MÜJDE IŞIL- Mustafa Kemal Atatürk’ün yeniçeri kostümüyle fotoğrafını bilmeyen yoktur. 1914’te çekilen o fotoğrafta Atatürk, askeri ateşe olarak görevlendirildiği Sofya’da kostümlü balodadır. Bulgar ulusal operasında Puccini’nin “Tosca”sını izleyince, “Balkan Savaşı’nda yenik düşmemizin sebebini daha iyi anlıyorum. Ben bu adamları çiftçi biliyordum. Halbuki adamların operaları bile var. Operada ses sanatkârları, müzisyenleri, dekoratörleri; hepsi var. Bizim ülkemizde operaya kavuşacağımız günleri görecek miyiz?” der. “Bir Cumhuriyet Şarkısı”nın çıkış fikri işte bu söz. Film, Ulu Önder’in sanat politikasını öne çıkararak Atatürk’ü anlatan yapımlardan farklı bir yol izliyor. Yağız Alp Akaydın’ın yönettiği, senaryosunu BKM Yazı Grubu’nun kaleme aldığı yapım, “Özsoy” operasının 26 günde Ahmed Adnan Saygun tarafından bestelenişini anlatıyor. “Özsoy”un librettosu Münir Hayri Egeli tarafından Atatürk’ün vizyonuyla hazırlanmış, 1934’te İran Şah’ı Pehlevi’nin Türkiye ziyaretinde sahnelenmişti.
Bir bestekârın doğuşu
Bulgaristan’da görüp savaş kazanmaya bağladığı opera sanatını 20 yıl sonra kendi ülkesinde hayata geçirmek yani toplumunun ve coğrafyasının önünde koşmak, tam da Ulu Önder’le bütünleşmiş reformcu bir hareket. Film tıpkı Cumhuriyet’in ilanı, harf inkılabı gibi kısa sürede gerçekleşen bu gelişmeyi anaakım kuralları içerisinde anlatıyor. Referans aldığı başlıca yapımlar ise ‘80’ler klasiklerinden “Amadeus” ve “Selamsız Bandosu”. Neredeyse umutsuz bir çabayla kısa sürede opera bestelemek ve orkestra kurmakta “Selamsız Bandosu”nun izinde ilerliyor. “Amadeus”taki Salieri’nin Amadeus kıskançlığı ve düşmanlığı da İstiklal Marşı’nın bestecisi Osman Zeki Üngör’den Ahmed Adnan Saygun’a yöneliyor. Filmin senaryosu, kültür devriminin bugünden bakınca bile ne kadar ileride olduğunun altını çiziyor ama bunu özgün bir dil yerine Hollywood’un özellikle ‘80’ler-‘90’lardaki mizah, dostluk, dayanışma, kötücüllük, amatörlük gibi klişelerini kullanarak yapıyor. Senaryoda klişelerle birlikte kopukluklar da dikkat çekiyor. Örneğin Saygun’un eşi ile ilişkisinin evreleri ve nasıl bir noktaya geldiğini kuru bir diyalogla aniden öğreniyoruz. Finalinde ise heyecanı zirve yaptırmakta güçsüz kalıyor senaryo. Salih Bademci’nin tanımıyla “henüz kendini çok toy hisseden, yönetim kabiliyeti tam gelişmemiş Ahmed Adnan Saygun’un tüm zorluklara rağmen bestekâr olarak doğuşunu” anlatıyor film. Bademci’nin karakteri, özellikle yan kadronun ve opera ekibinin zenginliği karşısında sönük kalıyor. Atatürk’ün ise ‘mesafesiz’ bir karakter olarak canlandırılması hedeflenmiş. Ertan Saban biraz da kendi tarzını yansıtmış Atatürk’e. Şiveli konuşmasıyla halktan görünüyor ama bu, Atatürk’e yabancılaştırıyor da. Oyuncu kadrosunun öne çıkanı ise Süleyman Bey’i başarıyla canlandıran Mehmet Özgür.
‘Kadınlarına borçlanan başka millet yok’
Filmde Atatürk’ün kültür sanat vizyonu vurgulanırken iki önemli olguya da dikkat çekiliyor. 1934 sonunda kadınlara milletvekili seçme ve seçilme hakkı verecek Atatürk, bunu “Dünyada kadınlarına bir vatan borçlanan başka millet yoktur” cümlesiyle açıklıyor. Atatürk’ün korkulacak ya da korkutacak biri olmadığını, ülke için yaptıklarından sonra yakın çevresinin incitmek istemediği için ona karşı titiz davrandıkları belirtiliyor. ‘Okay’ kelimesi ise mizahi ve güncel açıdan iyi düşünülmüş. Film, bunun gibi detaylarla seyircinin duygu dünyasına hitap etmeyi başarıyor.
Via source: https://www.milliyet.com.tr/kultur-sanat/opera-devriminin-perde-arkasi-7217620